Ortaca Bayan Masör Hizmeti – Masör Ece
Ortaca Bayan Masör Hizmeti – Masör Ece
Ortaca Bayan Masör derece duygu yüklü, dokunaklı bir sesle, çevresinin kendisine kabul ettirmeye çalıştığı o ruh ve kafa güçsüzlüğünü hiçbir zaman benimseyemeyeceğini anlamış bulunduğunu söyledi. Pradelle’le ben sözlülere girdik. Zaza da dinlemeye geldi. Başarımızı Yvelines’de çay içerek kutladık. Herbaud’nun deyi nüyle bir “Boulogne Ormanları numarası” düzenledim. Ilık bir akşam Zaza, Lisa, kardeşim, Gege, Pradelle, Clairaut, Zaza’nın ağabeyi ve ben gölde sandalla gezmeye çıktık. Yarışmalar yapmış olduk; şarkılar söyledik. Zaza pembe ipekli bir elbise giymişti. Başlangıcında ufak bir özgüır şapka vardı.
Ortaca Bayan Masör gözleri parıl parıldı. Onu hiç bu denli güzel görmemiştim. Pradelle’de ise, dostlığımızın başında yüreğime sevinçler salmış olan o eski gençliği ve neşeyi tekrar görmüş oldum, ikisiyle birlik bindiğim sandalda, onların bana karşı söz birliği etmiş havalan gene şaşırttı beni. Üstelik, özellikle o akşam bana duydukları sevgiyi böylesine taşkın halde ortaya dökmeleri de garipıma gitti. Henüz birbirlerine yöneltmeye yüreklerinin elvermediği şefkatli bakışları ve gülümsemeleri, bana yöneltiyorlardı. Ertesi gün, alışveriş yapmak için Zaza’yla otomobile atlayıp dolaştık. Zaza, Pradelle’den söz ederken, kendinden geçecek şeklinde oluyordu.
Birkaç dakika sonra, evlenme fikrinin gitgide aklını karıştırdığını, sinirlerini bozduğunu; sıradan biriyle evlenmeye zorlanmak istemediğini, ama kendisini, gerçekten muhteşem birinin sevgisine de layık görmediğini söyledi. Bir kere daha, ondaki bu melankolinin gerçek nedenine parmak basmayı beceremedim. Doğrusunu söylemek gerekirse, Zaza’ya olan bütün sevgime karşın, ona sadece yarım yamalak ilgi gösterebiliyordum. Öğretmenlik imtihanı, iki gün sonrasında yapılacaktı. Herbaud ile vedalaşmıştım. Ne kadar süre içindi bu vedalaşma, bilmiyordum. Sınavlar süresince onu şöyle bir görebilecektim.
Ortaca Bayan Masör
Ortaca Bayan Masör Paris’ten gidecekti. Döndüğünde de Sartre ve Nizan’la birlikte sözlülere hazırlanacaktı. Ulusal Kitaplık’taki günlük buluşmalarımız sonlanmışti. Iyi mi da özleyecektim onları! Yine de, Boulogne Ormanları’na gittiğimiz takımla buluşup, ertesi gün Fontainebleau ormanında pikniğe gideceğimiz zaman neşemi bulmuştum. Pradelle’le Zaza, mutlu haktan ışıl ışıl parlıyorlardı. Sadece Clairaut, birazcık donuk görünüyordu. Kardeşimle fazlasıyla ilgileniyor, ama Poupette’den herhangi bir pozitif karşılık göremiyordu. Poupette’i etkilemek için en akla gelmedik şeyleri yapıyordu. Bir gün ikimizi pastaneye çağırdı. Ne istediğimizi sormadan, buyurucu bir sesle, “Üç çay!” diye seslendi. Poupette, “Hayır, ben limonata içeceğim!” dedi. Clairaut, “Çay, daha iyi gelir” diye diretti. “Hayır, ben limonata istiyorum, ” Clairaut, “Pekâlâ, öyleyse üç limonata!” diye öfkeyle seslendi.
“Çay istiyorsanız, siz çay için.” Clairaut, homurdanarak, “Kendimi gülünç düşürmeye hiç de niyetim yok!” dedi. Kendisini öfkeyle dolduran haksızlıklara sebep olmaktan geri kalmıyordu. Arada bir kardeşime ekspres mektup gönderir, morali bozuk olduğu sebebiyle, yanlış davrandığı için özür dilerdi, ilOrtacai günlerde neşeli olacağına söz verir, lukler yaratacağını anlatırdı. Fakat mektuptan sonraki ilk buluşmamızda, zoraki luğu, abartılmış neşesiyle kanımızı iliklerimizde dondururdu; o zaman da yüzü yine aynı nefretle kasılırdı. Sorbonne kitaplığındaki yerlerimizi alırken, Herbaud, en tatlı sesiyle “Şansın açık olsun Kunduz” dedi. Yanıma, kahve dolu bir termosla, bir kutu bisküvi alarak yerime geçtim. Mösyö Lalande, konuyu açıkladı: “Özgürlük ve Olurluluk.”
Son yorumlar